10 Aralık 2010 Cuma
Değişiklik iyidir!
Facebook'ta izlediğim bir videoya bayıldım bugün. OMG Dress; gerçekten inanılmaz! Her gün "Ne giysem?" derdini biraz hafifletir sanki...
Moda dediğin böyle olur!
5 Aralık 2010 Pazar
Sosyalleştiremediklerimizden misiniz?
Son araştırmalara göre Amerika'daki her 5 boşanmadan 1 tanesinin nedeniymiş Facebook. Nedense, hiç şaşırmadım bu istatistiğe...
Uzun değil, 1.5 yıldır kullanıyorum ben bu ağı. Sayesinde göremediklerimle, konuşamadıklarımla iletişim kurmayı, bilmediğim şeyleri öğrenip izleyebilmeyi seviyorum. Ama burada kalmıyor olay. Bariz bir şekilde kim ne halt yemiş diye merak ediyorum yahu! İzliyorum olan biteni. Yorum yapmaktan kaçınıyorum çoğu zaman ama hayatların içinde seyirci olmayı eğlenceli buluyorum. İtiraf etmeseler de pek çok insanın yaptığı gibi...
Pek çok gerginliğe, tartışmaya ve ayrılığa tanık oldum sayesinde. Hatta maalesef ben de bazı tatsızlıklar yaşadım. Bu sebeple anlayabiliyorum nasıl neden olduğunu bir boşanmaya. Mesela erkek arkadaşımın profilini izleyen birileri "Bilmem kimle ne biçim fotoğrafı var, oha!", "Eski sevgilisi ile fotoğrafını silmemiş, yuh!" deyip durmuştu vakti zamanında. Zaten gergin olan sinirlerim yeterince bozulmuştu o zaman dert anlatmaktan insanlara. "Bir insanın geçmişinde olanlar beni bağlamaz. Benimle ne yaptığı, ne düşündüğü, ne hissettiği önemli!" deyip durmaktan yorulmuştum. Hatta bir ara sevgilime çatmıştım bu yüzden. "Bana niye laf getiriyosun? Bari önlem al, yeter ya!" demiştim de, sonra saçmaladığımı farkettim. En sonunda iyi niyetli olmadığına inandığım, bana bunlarla gelen kişileri sildim hayatımdan ve hesabımı kapadım hatta. Sonra tükürdüğümü yalayıp döndüm de işte, neyse :)
Gerçek ilişkilerden sanallığa kayıldığını, değerlerin bu kadar düştüğünü, ayrılıp barışmaların bu kadar kolay olduğunu, insanların samimiyetinin ucuz, niyetlerinin fena olduğunu görmek ciddi ciddi moralimi bozuyor. "Bu insanlar mı benim arkadaşlarım? Ben hiç mi bilmiyorum adam seçmeyi?" diyorum elimde olmadan. Çünkü bir gün önce "Sevgilim beni çok seviyor, onu asla bırakamam. Yıkılır bensiz" deyip ertesi gün başka biri ile 'in a relationship' statusunu güncelleyen kişilere inanamıyorum. Aşk bu, elbette anlık ve hesapsız; bunu anlayabiliyorum ama yine de geriliyorum. Sürekli küsüp barışıp, her haltı duvarlarına yazan insanlardan daha çok korkutuyor bu kişiler beni. Duyguların bu kadar kolay tükenebileceğini görmek istemediğimden mi, yalancı ilişkilere şahit olmayı rahatsız edici bulmamdan mı bilemiyorum.
Her allahın günü birine "X sen benim canımsın! Cicim, minnoşummm" yazıp, ilk bir araya gelişimizde "X var ya, geçenlerde şöyle yaptı, böyle dedi. Bık bık bık..." diyebilen birileri olduğunu bilmek, güvenimi yerle bir ediyor. Herkesi sorgulamaya başladım hatta bu yüzden. Elimi eteğimi çekip, yorumsuz izliyorum sadece. Belki diyorum anlarlar arkadaşlık denen şeyin içinde bunun yer almadığını. Bırak dostluğu, tanıdık bile olamamış ki bu insanlar!
Sırf moral bozmak için "Kilo mu aldın sen?" yazan ve bundan zevk alan insanlar olduğunu görüyorum. Buluştuğumuzda "O da bana yaşlanmışsın dedi ama..." diye kendilerini haklı çıkarıyorlar sanki ben suçlamışım gibi. Halbuki ben ağzımı açmıyorum; yapan farkında zaten yaptığı eşekliğin. Bunlar küçücük kalıyor tabii ortaya saçılan sırların yanında. Dost bilinen ama olmayan yüzlerin salyaları eşliğinde ilk kadehte masaya meze oluyor birinin başından geçenler. Hayretle dinliyorum eleştirileri, ayıplamaları. Ertesi gün Facebook'ta "Bebeğim, ne zamandır konuşamadık. Özledim seni" yorumunu görene dek küsler zannediyorum hatta. Sonra kendime gelmem vakit alıyor...
Bunları bilmediğimden değil, beklemediğim insanlarda görmekten yana benim derdim. Ummadık taşın baş yarması bunca yaralayan zaten. Melek gibidir dediğim insanların meraklarına, fesatlıklarına yenilip yaptıkları kabullenemediğim. Bana yapılmaması, beni üzmeyeceği, ilişkimi gözden geçirmeyeceğim anlamına gelmiyor ki!
İşte böyle böyle iç içe geçiyor hayatlar. Hiç görmese bile seni, 1000 km uzaktan hayatında söz sahibi oluyor Facebook sayesinde insanlar. Bundan hoşlanmıyorum! Boşanmaların, biten ilişkilerin, çöken dostlukların hızlanması da bundan zaten. İki insan arasındaki şeye dahil olan zibilyon tane insanın varlığı, onlara kulak asan taraflar ve art niyet oluyor bir sonun sebebi. Birini tanımakla, o insanı bilmek arasındaki derin farkı ayırt edememek oluyor...
Düşünüyorum şöyle... Erkek arkadaşıma yazılan bir cümlenin beni ne denli etkilediğini; ben istemediğim halde eklenen ve ilişkimizi bitirme pahasına silinmeyen insanlar olduğunu anımsıyorum. Eski arkadaşlarımın bir araya gelip, artık beni çağırmayışlarını düşünüyorum sonra. Facebook'a dair kötü, hayatımda iz bırakan ne var dediğimde aklıma gelenlere bakıyorum ve elimde olmadan düşünüyorum; "Bunlar ben görebilirken, gözüme sokularak yapılanlar. Peki arkamdan neler dönüyor?" diyorum. Galiba, artık güvenemez, inanamaz, artık bunları kaldıramaz oluyorum...
İnsanlar birlikte oldukları insanlara mı yoksa kendilerine mi güvenmiyor da bu kadar kıskançlık dönüyor? Karşılarındakini mi yoksa kendilerini mi aptal yerine koyuyorlar da bunca aldatma yaşanıp gün yüzüne çıkıyor? Ne kadar insan duracağı yeri bilmeyip samimiyet ile yavşaklığı karıştırıyor? Peki, kaç insan karşısındaki ile arasındaki mesafeyi ayarlayamayıp tavır koyamadığı için hayatında yer alan insanı üzüyor, ilişkisinin yıpranıp bitmesine neden oluyor? Anlayamıyorum. Anlamaya çalışmak bile istemiyorum belki de. Sadece, bunların içinden yıpranmadan sıyrılmak, kendimdeki hataları onarmak istiyorum.
Sonuç olarak Facebook, modası geçmeyen ve saniyede 6 milyon tık alarak gittikçe bir fenomen haline gelen en büyük sosyal ağ. İçinde yer almanın eksileri bunlar. Artıları ise başka bir yazının konusu. Kendi adıma, kendi ilişkilerimin çöküşünde parmağı olan Facebook'u sevmiyorum ama onsuz da yapamıyorum. Benim basiretsizliğimden bu, biliyorum ama en azından gözlemleyip daha az zarar görmeye çalışmak için kullanıyorum.
İlişkilerimiz açık, pazarlıksız ve net olduğunda; sadece samimi ve art niyetsiz insanlar hayatımızda söz sahibi olabildiğinde daha az yorulup, kıçımızı daha az kollayacağız aslında...
Kendinize yakışan, dürüst bir sosyallik modanız olsun. Süper pazarlar :)
18 Ağustos 2010 Çarşamba
Gelsin Sonbahar!
Yazın yavaş yavaş sonuna geldiğimiz şu günlerde, kurtulmak istediğim bir sürü şey olduğunu farkettim geçen gün. Nem, sıcaklık kesin de, bir de kadınların kendilerini çirkinleştirmesinden kurtulsak, hayat ne güzel olacak! Yolunda gitmeyen her şeye rağmen, kafamızı kaldırdığımızda güzel bir şeyler görmenin keyfini yaşayacağız hiç değilse...
Bu nereden çıktı, önce onu açıklayayım: Rihanna'da gördüğüm, sonradan alıp başını giden abuk bir kesim var. Bir tarafı asker traşı, bir tarafı kirpi sırtı. Bu nasıl bir görüntüdür, böylesine güzel bir kadın kendini neden şu hale getirir anlamıyorum. Alışılmadığı için değil, gerçekten itici olduğu için söylüyorum bunu. Alışılmadık neler gördük de takdir ettik ama bu, olmamış, olmuyor! Sen daha güzeldin be Rihanna. Bir de aldın şunu Şebnem Dönmez'e bulaştırdın, olmadı ya. Vallahi üzülüyorum...
Karşımda televizyon ve binlerce örnek. Budaklı meşe odunuyla popolarına popolarına vurup, akıllandırmak istiyorum onları. Parayla böyle rezalet olmaz olsun yahu! Moda diye diye, ne hale geldik. Hadi bakalım o zaman şu modaya...
Son zamanlarda rengarenk giyinmek, farklı türde kumaşları bir arada kullanmak moda. Buna 'çakışan desen' modası diyorlar hatta. Birbiriyle alakasız şeyler giymek moda! Ama Kirsten Dunst durumu abartmış gibi görünüyor. Sanki Alice in Wonderland'tan fırlamış gibi değil mi?
Önümüzdeki günlerde ekose gömlek ve tayt çılgınlığı yaşanacak. Geçen seneden alışık olduğumuz taytlar bu kez desenli ve tabii ki sezona uygun, rengarenk. Kışın ise buna deri ceketler ve payetler eklenecek gibi duruyor. "Sex, drugs and Rock'n'roll" yıllarına geri dönerken, önüne gelen herkes tayt mı giyecek? Saçlar kabarıp, makyajlar palyaço boyalarına mı dönecek? Umarım öyle olmaz! Kendimi punkçı çiçek çocuk olarak düşünemiyorum! Ama yelekler, ekose, ve uçuş uçuş kumaşları ile folk tarzı elbiseler bizi ele geçirdi gibi görünüyor. Bunlara tabii ki jeanler eşlik edecek...
Vatka isimli saçma şey hala var ortalıkta ama bunu destekleyen, elbiselerde, özellikle çanta ve ayakkabılarda zımba, taş ve fermuarmış gibi görünüyor. Sade ceketleri rozetle donatmak gerekiyor. Ve bu sene kadifeden çokca bahsediliyor...
2010 sonbahar-kış modası gümbür gümbür geliyor. Eskiyle yeniyi harmanlayıp, ilginç akımlar yaratmış yine modacılar. Bakalım bunlardan hangileri tutacak, hangileri teğet geçecek. Yine de siz, siz olun; moda diye önünüze geleni giymeyin. Bir de hatırlatın, zorlama seksilikleriyle iticiliğin dibine vuran kadınlardan bahsedeyim bir ara...
29 Temmuz 2010 Perşembe
Dövmeli miyiz?
Zaman hızlı geçiyor... Bazı şeyler inatla değişmez, zihniyetler gelişmezken, bazı şeyler çok hızlı değişiyor. Mesela geçen yıla kadar bir tabu olan dövme, iyice moda oldu bu sene. Önüne gelen herkes dövme yaptırıyor! Kimse de "Cık cık, tüh tüh" demiyor artık...
Bu güzel bir gelişme, hoş bir moda. İnsanların kendi bedenleri üstündeki söz hakkını kınamak kimsenin hakkı değil çünkü. Üstelik, dövme çok estetik bir unsur olabiliyor. Gel gör ki, sadece moda oldu diye dövme yaptırmak salaklık değilse nedir?
İnsan ömrü boyunca alametifarikası olacak bir olguyu bedenine işletirken durup düşünmez mi? Ami James dövme için "İnsan ruhunun görselliği" derken hele, "Ay çok güzelmiş bu kelebek, dur ben de yaptırayım!" diyen hevesli hanımlar, "Abi kızlar bayılıyormuş, koluma bi kılıç yapsana" diyen heyecanlı beyler bundan bir 10 yıl sonra yaptıkları şeyden pişmanlık duymaz mı? Ömrünce bir parçan olacak dövmeni gerçekten düşünerek seçmen, doğruluğunu hissederek yaptırman gerekmez mi?
İnsanların yaşadıklarını anımsamak için dövmeye ihtiyacı yok elbet ama ruhundakileri kombine edip dövme ile yansıtanlar daha mutlu, huzurlu olabiliyor. Bu yüzden katalogtan seçerek değil, özenle çizerek/çizdirerek yaptırmak gerekir dövmeyi. Çünkü dövme, kişiye özel olmalıdır...
Dövme modası hızla yayıladursun, siz siz olun bir gazla katalogdan seçip bir süre sonra anlamını kaybedecek bir iş çıkarmayın ortaya. Size has, size ait, size dair bir parça, bir ruh taşısın dövmeniz ve sadece sizde olsun. İşte moda bu! Özgünlük hep modanız olsun :)
Bu güzel bir gelişme, hoş bir moda. İnsanların kendi bedenleri üstündeki söz hakkını kınamak kimsenin hakkı değil çünkü. Üstelik, dövme çok estetik bir unsur olabiliyor. Gel gör ki, sadece moda oldu diye dövme yaptırmak salaklık değilse nedir?
İnsan ömrü boyunca alametifarikası olacak bir olguyu bedenine işletirken durup düşünmez mi? Ami James dövme için "İnsan ruhunun görselliği" derken hele, "Ay çok güzelmiş bu kelebek, dur ben de yaptırayım!" diyen hevesli hanımlar, "Abi kızlar bayılıyormuş, koluma bi kılıç yapsana" diyen heyecanlı beyler bundan bir 10 yıl sonra yaptıkları şeyden pişmanlık duymaz mı? Ömrünce bir parçan olacak dövmeni gerçekten düşünerek seçmen, doğruluğunu hissederek yaptırman gerekmez mi?
İnsanların yaşadıklarını anımsamak için dövmeye ihtiyacı yok elbet ama ruhundakileri kombine edip dövme ile yansıtanlar daha mutlu, huzurlu olabiliyor. Bu yüzden katalogtan seçerek değil, özenle çizerek/çizdirerek yaptırmak gerekir dövmeyi. Çünkü dövme, kişiye özel olmalıdır...
Dövme modası hızla yayıladursun, siz siz olun bir gazla katalogdan seçip bir süre sonra anlamını kaybedecek bir iş çıkarmayın ortaya. Size has, size ait, size dair bir parça, bir ruh taşısın dövmeniz ve sadece sizde olsun. İşte moda bu! Özgünlük hep modanız olsun :)
17 Temmuz 2010 Cumartesi
Bu Yaz Ne dinleyelim?
Malum, yaz aylarında eğlenmeye, dinlenmeye zaman ayırmaya çalışıyoruz hepimiz. Başka başka kafa dağıtma yollarıyla hazırlanıyoruz yeni yıla. Tüm yılın sıkıntısı kısacık bir zamanda üstümüzden akıp gidecek gibi şartlıyoruz kendimizi. Pollyanna oluyoruz!
"Olalım yahu, nesi kötü?" deyip bu yazın modalarını düşününmeye başladım. Bir Sourberry DJ'i olarak aklıma ilk müzik geldi doğal olarak ve şöyle de bir liste çıktı ortaya:
Yazın En Moda Türkçe Şarkıları
1) Sertab Erener - Koparılan Çiçekler
2) Emre Altuğ - Çifte Kavrulmuş
3) Candan Erçetin - Vay Halime
4) Ozan Doğulu ft. Sıla - Alain Delon
5) Pamela - Benim Farkım
Yazın En Moda Yabancı Şarkıları
2) David Guetta & Chris Willis ft. Fergie - Gettin' Over You
2) Lady Gaga - Alejandro
3) Yolanda Be Cool & Dcup - We No Speak Americano
4) Inna - Sun is Up
5) Timbaland ft Justin Timbarlake - Carry Out
Bu yaz neler moda diye düşünüp, sadece müzikle kalmadım tabii. Arkası yarın :)
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Olé!
Bu yazın en popüler olayı, 4 yılın sultanı mübarek Dünya Kupası'nı geride bıraktık an itibariyle. İspanya'nın zaferiyle kapanan bir devir oldu bu seferki...
Futboldan anlayan, anlamayan; futbolu seven, sevmeyen herkes maçlara kitlenmişti. Öyle ki, maç zamanı İstanbul'un ana arterlerinde bile trafik olmuyordu. Bunca zaman da, herkesin kendince bir favori belirleyip, tanısa da tanımasa da, futbolcular ve takımlar hakkında yorum yapması farz oldu sanki. Herkes için farklı bir bakış açısı ile elbette...
Bazı genç kızlarımız oyuna değil, futbolcuların yakışıklılığına kafayı takıp sevgililerini delirttiler, bazıları ise "Kızlara ofsaytı anlatmak, kuantum fiziği anlatmakdan zor" diyen salaklara inat futbolla yatıp kalktı. Bazı genç erkeklerimiz İddiaa'ya kafayı takarken, bazıları işi holiganlığa vurup ırkçılığın dibini gördü. Bazılarımızın ise umrunda bile değildi hiçbiri! Futbol, 22 tane kazık kadar herifin bir bir top peşinde koşması değil miydi zaten? Boşa zaman kaybı dediler, bitti gitti!
Herkesin algısı farklıydı ama ortak algıda kesinlikle şu var: yazın ilk dönemi için en moda şeydi Dünya Kupası. Boş da olsa, dolu da olsa, tam bir heyecan fırtınasıydı. Her şey bir yana, oturup cips tıkınmak ve maç izlemek, yani şişman şişman yayılmak en güzel yanıydı bu işin... Şimdi o da bittiğine göre, tatile çıkabiliriz!
8 Temmuz 2010 Perşembe
Marka & Renk Uyumu
Beni tanıyan herkes otomobilleri ne kadar çok sevdiğimi bilir. Hepsinin ayrı bir karakteri vardır, sunulduğu insanlar gibi. Bu yüzden, beğendiği arabaların insanın ruhunu yansıttığına inanırım...
Karşıma çıkan her yerde izlerim otomobilleri. En çok dikkatimi çeken şeylerin başında bazı markalara ya da modellere bazı renklerin gitmemesi gelir. Mesela kırmızı Mercedes olur mu yahu? Hangi sınıfta olursa olsun, bu markaya kırmızı yakışmıyor işte! Şehre inen köylü güzeli gibi kalıyor güzelim makine. Kırmızıya kastım olduğundan değil, aksine hastasıyım ama kırmızı ile Mercedes bağdaşmıyor işte. Aynı cümlede bile olmasınlar mümkünse...
Bu ara en beğendiğim renkler Ford'a ait. Özellikle Fiesta ve Focus'ta harika duran elektrik kırmızı ve vizyon mavi dikkatimi çekiyor. Bir de S60'ın lansman rengi var tabii ki, bakırımsı turuncu; çok yakışmış otomobile! Ama bu sene gördüğüm en güzel renk Ferrari 458 Italia'nın özel kırmızısı, kesinlikle...
Otomobillere bakarken elimde olmadan içindeki insanlara da bakıyorum. O esnada işte, şunu farkediyorum: bu arabalardan bazıları sahiplerine yakışmıyorlar! Güzelim Porsche, Bmw, Ferrari'lerin içinde garip garip insanlar. Çirkinler de Allah vergisi, laf etmeyeyim diyorum ama o kadar paranın içinde, insan o yamuk, çürük dişlerini bir yaptırır diyorum. Kimse güzel olmak zorunda değil, evet ama tasarım mucizesi otomobillerin içinde, kendi sağlığına bile özen göstermeyen tipleri görünce "İn aşağı!" diyesim geliyor. Kendine bakmayan adam arabasına bakar mı? Yok, bakıyor arabasına, kendisiyle ilgilenmiyor; bu adam manyak mı?!
Tabii böyle muhteşem otomobiller içinde "Küçük dağları ben yarattım!" modunda gezen insanlar da oluyor. Erkekler genelde caka satmak için verdikleri artistik pozları çekiliyor hatta komik oluyor da, kadınların aslında otomobilin ucunu görmek için Kaf Dağı'na diktikleri burunları asabımı bozuyor. Hakkıyla şımaran, hoş kadınlar seksi, kabul ediyorum. Onlara gıpta ettiğim için sinirleniyorum. Kıskanıyorum, evet. Ama dibi gelmiş çiğ sarı saçları, abuk kesimli ilginç renklerdeki giysileri ile full estetikli kokonaları görmek gerçekten içimde bir tiksinti uyandırıyor. Kendi bahçesinde dal değil, sahip olduğu ve belki kıymetini bile bilmediği bir güzellik içinde ağaçlık taslıyor. Ve maalesef ülkemizde bu insanlara sahip oldukları para yüzünden Abdurrahman Çelebi deniyor. Gel de kızma, üzülme...
Neyse, konu saptı, ben işin özüne döneyim: otomobil boyası üreten DuPont'un araştırdığı gibi, her ülkede özellikle tutulan renkler var, evet. Ama otomobillerde de marka & renk uyumu diye bir şey var canım! Siz siz olun, otomobilinize gitmeyen renk almayın. Gösterişli dursun diye yapılan saçma modifikasyonlar kadar saçma duran renklerle dolaşmayın ortalıkta. Sarışın zenciler kadar abuk oluyor durum. Lütfen ya!
27 Haziran 2010 Pazar
Pis Moda
Şu sıra büyük küçük demeden, sözleşmiş gibi bir felaketi üstlerinde taşıyan kadınlar görüyorum. Çocukluğumun kabusu olan yüksek bel pantolonlardan temelli kurtulduk diye seviniyordum ama moda bize yüksek bel eteği dayatıyor şimdi de...
Uzun boylu, uzun bacaklı kadınlarda görüntü çok kötü değil ama vücut tipini önemsemeden, sırf 'moda' diye eline geçeni giyenlere bakamıyorum bile. Üstelik üstlerine geçirdikleri olur olmaz her şeyi eteğin içine sokuyor, bellerini iyice odunlaştırıyorlar.
Evet, herkes istediğini giyebilme özgürlüğüne sahip. Evet, herkes seçimlerini hür iradesi ile yapabilir. Ama n'olur azıcık zevk sahibi olsun insanlar! Olmayacak duaya amin demekle, üstüne olmayan, yakışmayan şeyi giymek arasında bir fark göremiyorum. Hayat seçimlerden ibaretse, kendine uygun olanı seçsin kadınlar...
Hem, moda diye türlü rezaletlere imza atanlar da bir durulsunlar artık. Nedir canım bu çektiğimiz? Bu işin de bir ehliyeti olmalı artık...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)