29 Temmuz 2010 Perşembe

Dövmeli miyiz?

Zaman hızlı geçiyor... Bazı şeyler inatla değişmez, zihniyetler gelişmezken, bazı şeyler çok hızlı değişiyor. Mesela geçen yıla kadar bir tabu olan dövme, iyice moda oldu bu sene. Önüne gelen herkes dövme yaptırıyor! Kimse de "Cık cık, tüh tüh" demiyor artık...

Bu güzel bir gelişme, hoş bir moda. İnsanların kendi bedenleri üstündeki söz hakkını kınamak kimsenin hakkı değil çünkü. Üstelik, dövme çok estetik bir unsur olabiliyor. Gel gör ki, sadece moda oldu diye dövme yaptırmak salaklık değilse nedir?

İnsan ömrü boyunca alametifarikası olacak bir olguyu bedenine işletirken durup düşünmez mi? Ami James dövme için "İnsan ruhunun görselliği" derken hele, "Ay çok güzelmiş bu kelebek, dur ben de yaptırayım!" diyen hevesli hanımlar, "Abi kızlar bayılıyormuş, koluma bi kılıç yapsana" diyen heyecanlı beyler bundan bir 10 yıl sonra yaptıkları şeyden pişmanlık duymaz mı? Ömrünce bir parçan olacak dövmeni gerçekten düşünerek seçmen, doğruluğunu hissederek yaptırman gerekmez mi?

İnsanların yaşadıklarını anımsamak için dövmeye ihtiyacı yok elbet ama ruhundakileri kombine edip dövme ile yansıtanlar daha mutlu, huzurlu olabiliyor. Bu yüzden katalogtan seçerek değil, özenle çizerek/çizdirerek yaptırmak gerekir dövmeyi. Çünkü dövme, kişiye özel olmalıdır...

Dövme modası hızla yayıladursun, siz siz olun bir gazla katalogdan seçip bir süre sonra anlamını kaybedecek bir iş çıkarmayın ortaya. Size has, size ait, size dair bir parça, bir ruh taşısın dövmeniz ve sadece sizde olsun. İşte moda bu! Özgünlük hep modanız olsun :)

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Bu Yaz Ne dinleyelim?


Malum, yaz aylarında eğlenmeye, dinlenmeye zaman ayırmaya çalışıyoruz hepimiz. Başka başka kafa dağıtma yollarıyla hazırlanıyoruz yeni yıla. Tüm yılın sıkıntısı kısacık bir zamanda üstümüzden akıp gidecek gibi şartlıyoruz kendimizi. Pollyanna oluyoruz!

"Olalım yahu, nesi kötü?" deyip bu yazın modalarını düşününmeye başladım. Bir Sourberry DJ'i olarak aklıma ilk müzik geldi doğal olarak ve şöyle de bir liste çıktı ortaya:

Yazın En Moda Türkçe Şarkıları


1) Sertab Erener - Koparılan Çiçekler
2) Emre Altuğ - Çifte Kavrulmuş
3) Candan Erçetin - Vay Halime
4) Ozan Doğulu ft. Sıla - Alain Delon
5) Pamela - Benim Farkım

Yazın En Moda Yabancı Şarkıları

2) David Guetta & Chris Willis ft. Fergie - Gettin' Over You
2) Lady Gaga - Alejandro
3) Yolanda Be Cool & Dcup - We No Speak Americano
4) Inna - Sun is Up
5) Timbaland ft Justin Timbarlake - Carry Out

Bu yaz neler moda diye düşünüp, sadece müzikle kalmadım tabii. Arkası yarın :)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Olé!


Bu yazın en popüler olayı, 4 yılın sultanı mübarek Dünya Kupası'nı geride bıraktık an itibariyle. İspanya'nın zaferiyle kapanan bir devir oldu bu seferki...

Futboldan anlayan, anlamayan; futbolu seven, sevmeyen herkes maçlara kitlenmişti. Öyle ki, maç zamanı İstanbul'un ana arterlerinde bile trafik olmuyordu. Bunca zaman da, herkesin kendince bir favori belirleyip, tanısa da tanımasa da, futbolcular ve takımlar hakkında yorum yapması farz oldu sanki. Herkes için farklı bir bakış açısı ile elbette...

Bazı genç kızlarımız oyuna değil, futbolcuların yakışıklılığına kafayı takıp sevgililerini delirttiler, bazıları ise "Kızlara ofsaytı anlatmak, kuantum fiziği anlatmakdan zor" diyen salaklara inat futbolla yatıp kalktı. Bazı genç erkeklerimiz İddiaa'ya kafayı takarken, bazıları işi holiganlığa vurup ırkçılığın dibini gördü. Bazılarımızın ise umrunda bile değildi hiçbiri! Futbol, 22 tane kazık kadar herifin bir bir top peşinde koşması değil miydi zaten? Boşa zaman kaybı dediler, bitti gitti!

Herkesin algısı farklıydı ama ortak algıda kesinlikle şu var: yazın ilk dönemi için en moda şeydi Dünya Kupası. Boş da olsa, dolu da olsa, tam bir heyecan fırtınasıydı. Her şey bir yana, oturup cips tıkınmak ve maç izlemek, yani şişman şişman yayılmak en güzel yanıydı bu işin... Şimdi o da bittiğine göre, tatile çıkabiliriz!

8 Temmuz 2010 Perşembe

Marka & Renk Uyumu


Beni tanıyan herkes otomobilleri ne kadar çok sevdiğimi bilir. Hepsinin ayrı bir karakteri vardır, sunulduğu insanlar gibi. Bu yüzden, beğendiği arabaların insanın ruhunu yansıttığına inanırım...

Karşıma çıkan her yerde izlerim otomobilleri. En çok dikkatimi çeken şeylerin başında bazı markalara ya da modellere bazı renklerin gitmemesi gelir. Mesela kırmızı Mercedes olur mu yahu? Hangi sınıfta olursa olsun, bu markaya kırmızı yakışmıyor işte! Şehre inen köylü güzeli gibi kalıyor güzelim makine. Kırmızıya kastım olduğundan değil, aksine hastasıyım ama kırmızı ile Mercedes bağdaşmıyor işte. Aynı cümlede bile olmasınlar mümkünse...

Bu ara en beğendiğim renkler Ford'a ait. Özellikle Fiesta ve Focus'ta harika duran elektrik kırmızı ve vizyon mavi dikkatimi çekiyor. Bir de S60'ın lansman rengi var tabii ki, bakırımsı turuncu; çok yakışmış otomobile! Ama bu sene gördüğüm en güzel renk Ferrari 458 Italia'nın özel kırmızısı, kesinlikle...

Otomobillere bakarken elimde olmadan içindeki insanlara da bakıyorum. O esnada işte, şunu farkediyorum: bu arabalardan bazıları sahiplerine yakışmıyorlar! Güzelim Porsche, Bmw, Ferrari'lerin içinde garip garip insanlar. Çirkinler de Allah vergisi, laf etmeyeyim diyorum ama o kadar paranın içinde, insan o yamuk, çürük dişlerini bir yaptırır diyorum. Kimse güzel olmak zorunda değil, evet ama tasarım mucizesi otomobillerin içinde, kendi sağlığına bile özen göstermeyen tipleri görünce "İn aşağı!" diyesim geliyor. Kendine bakmayan adam arabasına bakar mı? Yok, bakıyor arabasına, kendisiyle ilgilenmiyor; bu adam manyak mı?!

Tabii böyle muhteşem otomobiller içinde "Küçük dağları ben yarattım!" modunda gezen insanlar da oluyor. Erkekler genelde caka satmak için verdikleri artistik pozları çekiliyor hatta komik oluyor da, kadınların aslında otomobilin ucunu görmek için Kaf Dağı'na diktikleri burunları asabımı bozuyor. Hakkıyla şımaran, hoş kadınlar seksi, kabul ediyorum. Onlara gıpta ettiğim için sinirleniyorum. Kıskanıyorum, evet. Ama dibi gelmiş çiğ sarı saçları, abuk kesimli ilginç renklerdeki giysileri ile full estetikli kokonaları görmek gerçekten içimde bir tiksinti uyandırıyor. Kendi bahçesinde dal değil, sahip olduğu ve belki kıymetini bile bilmediği bir güzellik içinde ağaçlık taslıyor. Ve maalesef ülkemizde bu insanlara sahip oldukları para yüzünden Abdurrahman Çelebi deniyor. Gel de kızma, üzülme...

Neyse, konu saptı, ben işin özüne döneyim: otomobil boyası üreten DuPont'un araştırdığı gibi, her ülkede özellikle tutulan renkler var, evet. Ama otomobillerde de marka & renk uyumu diye bir şey var canım! Siz siz olun, otomobilinize gitmeyen renk almayın. Gösterişli dursun diye yapılan saçma modifikasyonlar kadar saçma duran renklerle dolaşmayın ortalıkta. Sarışın zenciler kadar abuk oluyor durum. Lütfen ya!